Yazar arşivleri: admin

Saklambaç

Aşk ile saklambaç oynuyor gibiyiz…
Hiç sobelenmemek üzere saklanmış bir yerlere.
Ben ise yorulmaksızın onu arıyorum.
Tam buldum derken, yanıldığımı anlıyorum.

Kolay değilmiş “aşk oyunu”…
Başetmek zor, bulmak daha zor…
Ama aşktan vurgun yemişlere sözüm var, pes etmeyeceğim!
Sobeleyeceğim “aşk”ı…

GodNarnia…Salih KARADAĞ[

Nefes almaya çalışıyorum

Gittin ya…
Yoksun ya…

Alışmışken gözlerinin bile uzaklığına
Sevmelere tiryaki bu yüreğim
Bıraktın ya beni
her solukta yeniden doğmuşluğun huzuru
kokunla…

Şimdi yoksun !
ve yok sabah rüzgarlarında
Tenime deyecek tenin
Nefesimle sevişecek nefesin…

Geziyorum sokak sokak
Yürüyorum kaldırımları
ve bakıyorum herbir yana
senmiş gibi boşluklara
Kırık döküğüm bakamıyorum aynalara…

Yine bekliyorum
Hep bekliyorum
Beklemeler oldu sensizliğim
Dönmeyeceksin biliyorum…

Şimdi sorarsan eğer
Nerde,nasıl ne yapıyorum?
Tenimde bıraktığın kokunla
Nefes almaya çalışıyorum…

relativista

Kurmaca aşklar

Aşk sandımda düştüm kucağına
Kor sıcaklığındaki yüreğim
Sarsın istedim bedenini…
Ilık bir bakış eksikliğindeki gözlerim
Yüzsüz istedim derinlerinde…

Sevdalar istedim saflıkla bezenmiş
Sevdanı istedim
Hani kimsede sığınamayan…
İlmik , ilmik dokuyacağım
Yüreğimin en narin miliyle…

Çok mu şey istedim ?
Ya da imkansız mıydı çözemediğim lügatında..?
Belkide zor şeyler istedim
Bilemezdim ki zor olsa da , imkansız olsa da…
Sende hiç varolmadığımı..!

Oysaki boşuna çırpınıp durmuş
Kor sıcaklığındaki yüreğim
Hiçbir rolümün olmadığı aşk oyunlarında…
Halbuki ben o oyunlarda
Yalnızlığı bile oynardım
Şans tanısaydın…

Uzaktan , uzaktan yalnız olurdum sana ,
Abecesi benden sorulurdu yalnızlığın ,
Finali olurdu oyunun sevdamı haykırışım
Sana değil ama ; dünyalara…

Sen hiç olmadın
Ben hep vardım
Sana aşkı yazdım
Sen hep karaladın

Sanmaki ; başrolünü oynadığın
Kurmaca aşklara
Ben değil ;
Sen kandın..!

E y l ü l

Sana merhaba dediğimde yüzüme bakmadığın günü hatırla
Güneş içimi yakarken ,
Alnımdan terler akarken ,
ben o heyecanla ,
O şevkle ,
Bir önceki günün verdiği cesaretle ,
Sana ” merhaba ” dememiş miydim?
Aylardan ” eylül ” değil miydi söyle..!

Ağaçlar yeni yeni soyunurken ,
Bulutların gökyüzünü henüz kapladığı
Yağmurun habercisi soğuk rüzgarların estiği zaman
Acaba üşüyor mu diyen ben değil miydim ?

Sana ” seni seviyorum ” dediğim günü hatırla !
Cemre çoktan düşmüştü bile.
Çiseleyen yağmurun altında
Senin gülen gözlerine bakarak
” sana aşığım ” diyen,
Her sabah eylül’ün ılımsı soğuğunda
Evden çıkmanı bekleyen ben değil miydim ?
Aylardan “eylül” değil miydi..?

Sana yazdığım şiirlerin yüzüne bile bakmadan yırtıp attığında ,
Başında karabulutlar yok muydu ?
Oysa o şiirlerde sen vardın…
Sana olan aşkım vardı…
Bir türlü anlayamadığın ben vardım
Oysaki sen Aralık’tın , Ocak’tın , şubat’tın..!
Eylül kadar bile ılık olamadın..!

Eylül’dü poyraz esiyordu…
Dudaklarım kurumuştu.
O dudaklar ismini binlerce kez hecelemişti.
Artık hecelemeyecekler , artık kurudular,
Sana olan aşkımda kurudu
Sonbaharımı kışa , yağmurumu kara çevirdin..!
Güneş artık vurmuyor odama
Söndürdün Güneşimi, Öldürdün Eylülümü

Eylül’dü poyraz esiyordu…
Penceremden çiseleyen yağmuru izlerken
Sen geldin aklıma birden…

AAAŞŞŞKKK

AAAŞŞŞKKK

AŞK NEDİR Kİ FUL KOKULUM,
AŞK, BİR FİNCAN
TÜRK KAHVESİ KADAR,
“SADE” Mİ DİR?
ÜÇ-BEŞ ZİBİDİNİN,
AĞZINDAKİ KÜFÜR MÜDÜR?
YOKSA, BAYGIN BAKIŞLI BİR LEYDİNİN
DUDAĞINDAKİ ÇAPKIN GÜLÜŞ MÜDÜR?
YOK YOK,
AŞK BUNLARIN HİÇBİRİDİR,
YA DA,YOKSA,HEPSİ MİDİR?
KAFAM KARIŞTI BE GÜZELİM,
YOKSA AŞK,
BU KAFA KARIŞIKLIĞI MIDIR?

Zarif HuzurLu

Aşk şiirleri,ask siirleri,ASK SIIRLERİ,AŞK ŞİİRLERİ

İstanbul

İstanbul

Seni görüyorum yine İstanbul
Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan
Minare minare, ev ev
Yol, meydan

Geliyor Boğaziçi’nden doğru
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi

Bir yanda, serin sabahlarla beraber
Doğduğum kıyılar: Beşiktaşım
Baktıkça hep, semt semt, yer yer
Beş yaşım, onbeş yaşım, ah yirmi yaşım

Durmuş bir tepende okuduğum mektep
Askerlik ettiğim kışladır ötesi
Bir gün bir kızını benim eden
Evlendirme dairesi

Ziya Osman Saba

Gözlerim İstanbul’dur Benim

Gözlerim İstanbul’dur Benim

İstanbul’un gözleriyim ben

Hırçın ruhumun ötesinde ağlıyor İstanbul

Bir vapur kalkıyor Eminönü’nden

Balık ekmek kokuyor tekneler

Uçsuz bucaksız gökyüzü,martılar

Ve huzur veren mavi

Çocuksu bir mutluluk,büyümüşlüğün telaşıyla

İçilen sıcak bir çay

Üsküdar iskelesinde

Nazlı bir gelin edasıyla

Karşımda duruyor Kızkulesi

Arkamda hasret rüzgarları esen Haydarpaşa

Toprağın buram buram tarih kokuyor

Dikilitaş’tan Ayasofya’ya

Gözlerimi yumdum

Süleymaniye’de yem atıyorum kuşlara

Gözlerimi açtım

Eyüp Sultan’da ellerim duada

Ortaköy’de alıyorum her zaman en derin nefesimi

İçime çekiyorum tüm aşklarımı

İstanbul benim gözlerim

Bazen isyankar Beyoğlu bazense masum Maçka

Aksaray’dan bir dolmuş yol alıyor bilinmeyen aşklara

Laleli’de yitirilen duygularla

Eline ver diyorum yalnızlığıma

Elini ver diyorum köprü altındaki çocuklara

Çamlıca’daki özgürlüğümle

Sokakların ışıl ışıl aydınlanıyor

Varoşlarında ısınıyorum

Tarlabaşı’nda küskünlüğüm bırak bende saklı kalsın

Geceleri gezen bozacılarını özlüyorum

Senden ayrı düşmek ne acı

Bir ananın yavrusunu özlemesi gibi

Kokunu özlüyorum

Umut

Ekmek

Yürek

Azim

Ruhum İstanbul

Sema Figen Akdoğan

Kırmızı Takunya/Gündüz Yayınevi

FETİH ZAMANI

FETİH ZAMANI

Havanın mavisinde, denizin yeşilinde
Bir türkü, Ortaasya’dan beri duymuşuz.
Anamızın sütünden bayraklara kadar
Yüce fetihle büyümüşüz.

Yakmış gecemizi yıldızlar
Burçlardan yana uyanmışız.
Bir yazı gibi tepeler alnında
Yazılmışız, silinmişiz.

Nur ile kuvvet ile aşk ile
Kaderin büyüsünü bozmuşuz.
Görmüşüz suretini güzelliğin
Koca feleklere görünmüşüz.

Cihanın yarısı gök;
Önünde şehit şehit durmuşuz,
Cihanın yarısı İstanbul
Almışız.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

FETİH MARŞI

FETİH MARŞI

Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiler, kalyonlar çekilecek…
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek…

Yürü: “Hala, ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

Sende geçebilirsin yardan, anadan, serden…
Senin de destanını okuyalım ezberden…
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden…

Elde sensin, dilde sen… Gönüldesin, baştasın:
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

Yüzüne çarpmak gerek, zamanenin fendini,
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini?
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini

Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

Bu kitaplar Fatih’tir, selim’dir, Süleyman’dır;
Şu mihrap sinanüddin, şu minare Sinan’dır;
Haydi, artık, uyuyan destanını uyandır!

Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın?
Kızım, sende Fatihler doğuracak yaştasın;

Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin… Millet yürüyecek arkandan;
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan…

Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın…
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü, arslanım, fetih hazırlığı başlasın…

Yürü, hala ne diye, kendinle savaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!

Arif Nihat ASYA

Canım İstanbul

Canım İstanbul

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canim;
Vatanim da vatanim…
İstanbul,
İstanbul…

Tarihin gözleri var, surlarda delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik…
Bulutta saha kalkmış Fatih’ten kalma kir at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat…
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakısta o mana: Öleceğiz ne çare?
Hayattan canlı olum, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karaca Ahmet…

O manayı bul da bul!
İlle İstanbul’da bul!
İstanbul,
İstanbul…

Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca’da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her aksam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar…
Bir ses, bilemem tambur gibi mi, uda gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir katibi mi…

Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul…

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef isler!
Yedi renk, yedi sesten şayisiz belirişler…
Eyüp oksuz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, ucan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni söyle dursun, ağlayanı bahtiyar…

Gecesi sümbül kokan
Türkçe’si bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul…

Necip Fazıl Kısakürek